MÂZİ

İnsanoğolu işte..... işsizken iş bulmak ister , işliyken işinden yakınır ,küçükken büyük olmak ister büyükken küçük olmak , yurdışındayken memleketinde olmak ister , memleketteyken yutdışında olmak , bekarken evli olmak ister , evliyken bekar .
İnsanoğlu işte.....

Sabah işe geç kalmamak için ayarladığım telefon çalardı. Ben , uykunun verdiği ağırlıktan kafamı Annemin beyaz kılıfla geçirdiği sararmış yastıktan kaldıramıyordum . Alarm bitince on dakika sonra kendini erteleyecek bir daha çalacaktı . Akşam yatarken öyle ayarlamıştım çünkü . Aradaki on dakika bana bir dakika gibi gelse de uykunun verdiği hazzı yaşamalıydım .

Sabah iş mesaisine onbeş dakika erken varmam gerekiyordu . O onbeş dakikalık zamanda evde üşenip hazırlamadığım kahvaltımı yapmak için . Hayatı basit yaşamak gerekiyordu her sabah . Kahvaltım her zaman yol üzerindeki kazanacağı üniversite için para biriktiren o çocuktan aldığım iki simit , bir dilim üçgen peynirdi . Bir de kahvaltımın olmassa olmazı nöbetçi arkadaşın sabaha hazır ettiği çay .

Akşam mesaiden dönünce ilk işim çay koymaktı . Bazen demlikten dökmeyi unuttuğum çay küflenmiş olurdu . Bir koli çay bardağını içip içip biriktirdikten sonra kuruyup çay tortularını temizlemekte zoruma giderdi .

En lüks yemeğim olan menemeni yapmak için üşendiğimde sofra bezi niyetine kullandığım olan gazeteyi serdim . En modern sofra beziydi benim için . Evde sofra bezi olmasına rağmen . Sorfa bezinin kirlenip yıkaması , silkmesi zor geliyordu bana demek ki . Üzerine zeytin , peynir , ekmek koydum . Akşam yemeğimin üzerinde serili olan gazeteyi de okumak başka keyif verirdi bana . Okuduğum satırın sonunda zeytin çekirdeği olduğunda sinirlendiğimde olurdu . Çekirdeği elimle itsemde yazı mürekkebi dağıldığından silinmiştir çünkü . Memleketten yeni gelmiş olsam anneciğimin çantama koyuverdiği bazlama da olurdu muhakkak .

Bazen evde akşam yemeği yapmaya bile üşenir evin karşısındaki "yeme de yanın da yat " lokantasına giderdim .Bir porsiyon kuru fasulyenin yanında bir baş kuru soğanı bütün getireceksin diye de tembihlerdim garsona . Abonesi olduğumdan tanırdı beni . Karşı rafta duran ara sıra kasedinin doladığı teyipten de neşet ertaş çalıyor du " Yiğit muhtaç olmuş kuru soğana " .

Evlendiğim de eşimin kurufasulye yemeğini sevmediği nerden bilebilirdim ki ? Yine lokanta aralarında dolaşıyorum . Yabancı olduğum için bir baş kuru soğan vermiyorlar . Ya dilimlenmiş veriyorlar ya hiç . Eskilerdedeki gibi Neşet Ertaş ta çalmıyor .Bozuk teyibin verdiği keyfi alamıyorum . Renkli ekranlarda anlamını bile bilmediğim " honki ponki torino " çalıyor ya da "çikita muz "

Bazı akşamlar arkadaşlar çağırırdı . Kimi zaman okey partisi kimi zaman bir demlik çay muhabbetiydi bizim için .Herkez hayallerini anlatırdı o zamanlar . Şimdide geçmişe özlemi .

Soğuk havalarda çoğu zaman yalnız olduğumdan olsa gerek battaniye içinde geçerdi ev hayatım .Ama o gün çok soğuktu .Dışarda -15 -20 dereceye varan soğuk vardı . Sobanın kapağında oluşan kor halindeki kızıllık dışarda ki soğuğun şiddetini gösterebiliyordu . Aradan zaman geçti o kızıllık kayboldu . Ev soğumaya başladı . Kömür almaya gittim odunluğa ama kömürün bittiğini farkettim .

Evsahibi alt katta oturuyordu . Aşağı indim bir çuval kömür ödünç alabilmek için . Kapıyı tıklayınca " kim o " diyen sese karşı bir çuval kömür istedim .Anlayınca kim olduğumu kapıyı evsahibinin çocuğu açtı . " Bizde kömür olmaz abi . Biz tezek yakarız " dedi . Gitti çuvalın içine biraz tezek doldurdu . Onu yaktım . Biraz kokusu olsa da kalorisi kömür kadar vardı . Yaz aylarında kalıplarla sokak aralarında hayvanların samrasını kuruturlar kışın yakarlardı . Kalıplardan çıkan kurumuş samra tuğla gibi semsert olurdu .

Sobanın üzerindeki ibrikteki su fokur fokur kaynarken kanepeye uzandım , elime tv kumandasını aldım .Karşımda duran kırık olan anten yerine çatalla sabitlediğim televizyonu açtım . Karlı göstersede sesi net gelebiliyordu . Sobanın etkisi geçerken ibrikten gelen fışıltı sesiyle uykuya dalardım .

Elbiselerim kirlenince büyükçe naylon poşetin içine pantolonu ,gömleği doldurup içine su ve deterjan karıştırıp ağzını bağlardım sızdırmasın diye . Ertesi gün naylonu ağzını açıp leğenin içine doldurduğumda çiğnerdim ayaklarımla . Ellerimle yıkamak zor geliyordu bana . Bir gün boyunca deterjanlı suda beklemesinden sebep yumuşamış kiri , suya karışıp dökülür giderdi banyo deliğine . Temiz çamaşırları giydiğimde mesaideki arkadaşlar yalnız yaşadığımı bilmelerine rağmen mis gibi omo kokar "evde birimi var "derlerdi .

Ütü yaptığımı hiç hatırlamıyorum . Giydiğim ya kot ya keten . Üzerimde de akşamdan nereye attığımı unuttuğum sabahında da karışıklığın arasında zor bulduğum yazın tişört kışın kazaktı . Ama bekar olan arkadaşımda ütü vardı . Öğretmendi çünkü grand tuvalet giyinmesi gerekiyordu . Evdeki piknik tüpü bitince ütüyle çift kaşarlı tost yaptık ancak o zaman kullandım .

İnsan işte...evliyken bekar olmak ister , bekarken evli ...





Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

BABALAR AĞLAMASIN Ben babamın ağladığını hiç görmedim, tâ ki o kor gibi düşen hadiseye kadar