Kayıtlar

Haziran, 2021 tarihine ait yayınlar gösteriliyor
  BORCUNU ALLAH ÖDEDİ Başımdan geçen esrarengiz bir olayı hiç unutamıyorum. Gölhisar imam hatip lisesin de okuyordum. O sene sınıf başkanı bendim. Bir kış günüydü. Sınıf hocamız dersimize girince " Çocuklar! İdareden bildirdiler. Kömürümüz bitmiş. On beşer lira kömür parası toplanması gerekiyor " dedi. Masasına geçti, sınıf defterini açtı, bana bakarak " Başkan gelmeyen var mı bugün derse ? " dedi. "Yok hocam.Sınıf tam." dedim. "Bir hafta içinde kömür paralarını topla bana getir " dedi tüm ciddiyetiyle. Bende otuz kişilik bir liste hazırladım. Verene artı işareti koyuyordum. Sınıfın yarısı verdi, yarısı da henüz vermemişti. Bir hafta oldu. Hoca "Paraları topladın mı başkan " dedi. "Hocam yarısı vermedi henüz. Sınıfımızın çoğunun babası memur ya da işçi belki maaş günü tamamlayabilirim " dedim. "Tamam, vermesseniz bu soba yanmaz. Soğukta titreyerek ders işleriz " dedi sınıfa bakarak. O zamanlar okulumuz sobalı

BABALAR AĞLAMASIN Ben babamın ağladığını hiç görmedim, tâ ki o kor gibi düşen hadiseye kadar

  BABALAR AĞLAMASIN Ben babamın ağladığını hiç görmedim, tâ ki o kor gibi düşen hadiseye kadar. Ben gördüm ki babaların ağlaması için ya büyük bir felaket ya da olağanüstü bir olay olması gerekiyormuş. Benim babamın babası Hafız dedem vardı. Hacı Hafız Mehmet Çakır. Gölhisar'ın evde radyodaki müftülüğün verdiği yayın döneminin başladığı zamanlarda mukabele okurdu. O zamanlar Gölhisar'ın sayılı hafızlarındanmış demek ki emekli olmasına rağmen müftülük rica ederdi okuması için. Herkes evinden dedemin ezberinden okuduğu Kuranı takip ederek hatim yapardı. Hemen hemen hergün cüzlerce ezberinden Kuran okuyup, Babanneme takip ettirirdi. Ettiği hatimlerin haddi hesabı yok. Ne zaman yanına varsam elini öpmek için düşünürdüm abdestim var mı diye. Adam resmen ayakta yürüyen Kur-an'dı. Yaşlanan Allah'ın emaneti dediği bedeni en ufak hastalıkları bile kadıramaz oldu. Şeker hastalığının ardından by pas ta olunca iyice tâkati azaldı. Şeker hastalığı gözlerinde ki damarlara sirayet edi
  İNSAN TAMİRCİSİ Saatlerce sıcağın altında Denizli sanayi aralarında dolaşmıştım. Arabayı çalıştırdığımda motordan gelen hışırtı sesi beynimi tırmalıyordu. Tamirci aramaktan açlık, susuzluk ve yorgunluğunda etkisiyle vücudum bitap düşmüştü. Her gittiğim tamirci sorunu bulamıyor beni başka tamirciye yönlendiriyordu. Umutsuzluğun ve aklıma takılan soruların pençesinde kıvranıyordum. Dayanılmaz bu sesi ya hayatımın bir parçası yapacaktım ya da arabayı satacaktım. Artık bu son tamirci dedim kendi kendime. Adresi tarif edilen dükkânın açık olan kapısından arabamla girdim içeriye. Beni, on on bir yaşlarda üstündeki elbisenin renk tonları bile belli olmayan motor yağına bulanmış çırak karşıladı. - Hoş geldiniz ağabey, dedi elinin tersiyle yüzüne bulaşmış siyah motor yağlarını silerek. Durumu anlatınca motoru çalıştırmamı istedi. Kendinden büyük ön kaputu kaldırdı, hışırtılı motor sesini dinledi. Problemi bilememenin acizliği ile " Ağabey ben en iyisi ustamı çağırayım" dedi. Üst k
Resim
  ORUCUN SIRRI Ben bir konuyu adım gibi biliyorsam anlatırken bağırarak konuşuyorum herhalde. Birileri bana sesin çok yüksek çıkıyor diyor. Ben farkında değilim. Benim normal konuşma tarzım böyle. Ne yapalım Allah vergisi. Ben bu derdimi kimseye anlatamadım. Hanımla evlendiğimizden beri bu durumdan çok şikayetçi. Sen neden bağırarak konuşuyorsun diyor bana sürekli. Soğuk bir ramazan akşamı benim ergen yaşlarda oğlan bir elinde tırnak makası diğer elinde havluyla çay içmekte olduğumuz odaya geldi. İftardan sonra içilen çayın lezzetine doyum olmuyordu. Benim şaşkın bakışlarımın arasında havluyu odanın ortasına serdi. Başladı çıt çıt tırnaklarını kesmeye. Ben celallendim biraz tabi. "Oğlum şu anda çay içiyoruz. Farkına varmadan etrafa tırnaklarını sıçratabilirsin. Git balkonda kes" dedim. "Baba balkon soğuktur şimdi. Ben dikkat ederim "dedi kendine güvenerek. Hanımda karşı koltukta çay içiyordu. Yine şikayet etmeye başladı. "Çocuğa bağırma! Güzellikle söylersen ya
  MERHAMET Cenabi Hakkın Er Rahim isminin en basit örneklerinden biri, bir annenin evladına verdiği iç güdü olan merhamet tecellisidir. Doğada merhameti hayvanlarda zaten çok sık rastlıyoruz. Ama size akıl almaz bir merhamet örneği vereceğim. İsterse ciltlerce kitap okuyayım, isterse yıllarca merhamet eğitimi göreyim ben bu merhamet dersini kesinlikle hiç bir yerde alamazdım. Bir arkadaşım anlatmıştı; Eskiden teneke odun sobaları olurdu. Ya dik konumda olan odunları üst kapağından atılan sobalardan ya da yatay şeklinde odunları yandan verilen odun sobaları vardı. Gel beri gibi maşalarıyla yanan odun küllerini çeker, sobayı küllerden arındıktan sonra yeni odunları atıp çırayla tutuştururdun. Yandıkça yanan soba karanlıkta kızıllığa bürünüp korlaşmış ateş topuna benzerdi. Yanına yaklaşmak zaten mümkün değil. Cehennem ateşini artık siz düşünün. Çocukken biz çok meraklıydık ateşle oynamaya. Ninem bir gün odun sobasının başına geçmiş sobayı temizlerdi. Nineme merakla sordum "sobayı ben
  SAZAN Benim bir arkadaşım vardı. Bu arkadaş çok meraklı. Herkesin attığı yeme hemen damlıyor. Herkesin işine maydonoz oluyor. Bazen enayi yerine koyuluyor. Lakabına sazan koymuşlar. Çocukluğu da böyle geçmiş anlaşılan annesi ,babası, abisi, dedesi bir güzel tembihlemiş. Kimseye karışma. Herkesin ne dediğine bakma. Duymazlıktan gel. Herkesin ne yaptığını görmezlikten gel. Bizim arakadaş büyüdükçe artık arkadaşlarının alaylı tavırlarına dayanamaz olmuş. Kimi görse, kimin yanına gitse sazan muamelesi görüyormuş. Artık sazan kelimesini duymaktan gına gelmiş. Hepsine küsmüş kapanmış eve. Bir kaç gündür gözükmediği için bir gün ziyaretine gittim yanına merak içinde. Halimden, davranışlarımdan, sözlerimden olsa gerek alaycı tavrım olmadığından beni çok severdi. Kapısını çaldım. Beni gayet hoş bir şekilde saygıyla karşıladı. Kırk yıldır görüşmüyormuş gibi bir hasretle kucakladı beni. Gitti ocağa çay koydu. Bu arada halime, davranışlarıma dikkat ediyor, her söylediğim sözü teraziden geçirerek

KARIN FİLMİ

  KARIN FİLMİ Ya hu yeter artık bıktım. Bazen röntgene bayan hastalar geliyor. Bayan röntgen teknisyeni yok muydu diye soruyorlar. Bu gidişle Bayan hastanesi, bay hastanesi yapın diye dilekçe yazacağım devlet büyüklerimize. Ankara'da staj yaptığım yıllarda benden bir üst dönem mezun röntgen teknisyeni bir arkadaşım vardı. Alnı beş vakit secdeli, imanlı, eline kız eli bile değmemiş mütedeyyin bir arkadaştı. Ne zaman bir kız merhaba diye elini uzatsa tokalaştığını dahi görmedim. Elini kalbine götürüp başı yerde içten sâlavat getirerek selam veriyordu. Şu kovid zamanında en çok bu tokalaşma işinin kalktığına sevinenlerden biridir kesin. Arkadaş mezun olunca özel hastanelere röntgen teknisyeni olarak başvuru yapmaya başladı. O zamanlar Ankara'da Fatih hastanesi vardı. Muhafazakar bir hastaneydi. Muhafazakar hastane mi olurmuş diye sorarsanız? Bazı camaat grubunun kendi kurduğu hastanelerinden. Bizim arkadaş Fatih hastanesinden aranınca gidip sevine sevine işe başladı.

BOŞ TÜP Hafızamdan silinmeyecek oldukça düşündürücü, kim haklı kim haksız diye beynimi kemiren bir anımı anlatmak istiyorum size.

 BOŞ TÜP Hafızamdan silinmeyecek oldukça düşündürücü, kim haklı kim haksız diye beynimi kemiren bir anımı anlatmak istiyorum size. Afyonkarahisar’ın Dinar ilçesine bağlı 1500 nüfuslu Haydarlı kasabasına 2006 lı yıllarda tayinim çıkmıştı. Türkiye’de eşsiz özelliklerinden biridir Haydarlı  kasabası. Çünkü 50 yataklı Devlet hastanesi var. Hastanede memurluğumun ilk yılları olduğu için daha evim ve arabam yoktu. Babama ne zaman bana bir araba alalım desem önce iki ayaklısını al dediği yıllar. Kasabaya yerleştim. Artık on yıl yaşayacağım bu kasabada hayat serüvenim başlamıştı. Arabam olmadığı için hastaneye yakın bir ev buldum. Kasabada hastaneye en uzak ev zaten ya bir ya da iki kilometredir. Kasabada ihtiyaçlarımı karşılayabileceğim iki ya da üç tane market vardı. Marketlerde de hep son kullanma tarihi geçmiş ya da yakın ürünler satılıyordu. Elimden  geldiğince  belediyenin iki sefer düzenlediği Dinar ilçesine gidiyordum. Hastanede evli barklı çalışanlar Dinar’dan gidip geliyordu. Dinar’

KÂĞIDIN SESÏ Anneyle baba çok mutluydular. Babanın içi içine sığmıyordu. Nihayet bekledikleri bebek dünyaya geldi. Aldı oğluşunu eline, okudu ezanı kulağına. Senin ismin Abdullah olsun dedi.

 KÂĞIDIN SESÏ Anneyle baba çok mutluydular. Babanın içi içine sığmıyordu. Nihayet bekledikleri bebek dünyaya geldi. Aldı oğluşunu eline, okudu ezanı kulağına. Senin ismin Abdullah olsun dedi. Allah'ın kulu ol dedi. Aylar geçti. Bir yılı çabucak devirdiler. Küçük Abdullah yürümeye başladı. Ağzından ilk çıkacak kelimeye odaklanıyorlardı. Acaba önce anne mi diyecekti yoksa baba mı diyecekti? Aradan yıllar geçti. Ama Abdullah bir türlü konuşmuyordu. İşitebiliyordu ama konuşamıyordu. Doktorlara götürdüler, gitmedik hastane bırakmadılar. Ama çare yoktu. Allah vergisiydi. Allah'tan gelene ne diyebilirlerdi ki. Altı yaşına bastı Abdullah. Her konuşacak olduğunda ağzından anlamsız kelimeler çıkıyor sesler birbirine dolanıyordu. Babası, Allah hiç bir canlıyı sebebsiz yaratmamıştır diye düşündü. Abdullah, içine sığmayan cümleleri tane tane anlatması gerekiyordu. Arzularını anlatması ve söylemesi lazımdı. Dilsiz de olsa bir yeteneği muhakkak olmalıydı. Babası kollarını sıvadı ve