İNSAN TAMİRCİSİ

Saatlerce sıcağın altında Denizli sanayi aralarında dolaşmıştım. Arabayı çalıştırdığımda motordan gelen hışırtı sesi beynimi tırmalıyordu. Tamirci aramaktan açlık, susuzluk ve yorgunluğunda etkisiyle vücudum bitap düşmüştü. Her gittiğim tamirci sorunu bulamıyor beni başka tamirciye yönlendiriyordu. Umutsuzluğun ve aklıma takılan soruların pençesinde kıvranıyordum. Dayanılmaz bu sesi ya hayatımın bir parçası yapacaktım ya da arabayı satacaktım.
Artık bu son tamirci dedim kendi kendime. Adresi tarif edilen dükkânın açık olan kapısından arabamla girdim içeriye. Beni, on on bir yaşlarda üstündeki elbisenin renk tonları bile belli olmayan motor yağına bulanmış çırak karşıladı.
- Hoş geldiniz ağabey, dedi elinin tersiyle yüzüne bulaşmış siyah motor yağlarını silerek.
Durumu anlatınca motoru çalıştırmamı istedi. Kendinden büyük ön kaputu kaldırdı, hışırtılı motor sesini dinledi. Problemi bilememenin acizliği ile " Ağabey ben en iyisi ustamı çağırayım" dedi.
Üst kattan temiz giyimli, başı yeşil takkeli, derviş kılıklı bir amca indi. Etrafta simsiyah yağ lekeli tulumlarla çalışanların arasında tuhaf geldi bana görüntüsü. Ben herhalde arabayı okuyup üfleyerek iyileştirecek diye düşündüm bir an. Motorun sesini o da dinleyince onca yılın verdiği mesleğinin tecrübesine bürünmüş bir hava katarak " Son iki rekât kaldı. Hemen geliyorum " dedi. Karşıdaki çaycıya da el işareti yaparak çay getirmesini istedi.
Meğer ilahi huzurda bunca telaşe, bunca işin, bunca keşmekeşin arasında temiz elbiselerini giyip öğle vaktini hatırladığım namaza durmuş.
Namazını kıldıktan sonra yağ lekeli iş tulumlarını giyip gelen usta, duvarda asılı olan anahtarı alıp motor kaputu açık olan arabaya yaklaştı. Ben uzaktan oturduğum tabure de elimdeki çayla seyrediyorum. Anahtar tutan elini motorun içine daldırdı. Sanki gevşek vidayı sıkarmış gibi bir kaç hareket yaptı ve beş dakika sürmeyen bir işlemden sonra bana dönüp "motoru çalıştır bakalım evlat" dedi.
Motoru çalıştırdığımda beynimi günlerce kemirip duran o ses yoktu. Sanki yeni fabrikadan çıkmış araba gibi çalışıyordu. Arabaya ya okuyup üfledi ya da sihirli elleriyle okus pokus yaptı. Gözlerimi motora kilitleyip şaşkınlığımı da ele vererek " Ya hu usta onlarca tamirci gezdim. Ya yapamadılar ya da başkasına havale ettiler. Bu işin sırrı nedir" dedim.
- Birader sen ne iş yapıyorsun, dedi bana tebessüm ederek.
- Sağlıkçıyım. Devlet hastanesinde çalışıyorum.
- Çok iyi ya. Meslektaşmışız yani. Biz arabaları tamir ediyoruz siz insanları tamir ediyorsunuz.
- Tamam da bu işin sırrıyla ne alakası var, dedim bana ders vereceğini anlayarak.
- Ben bir gün sizin hastaneye geldim. Bizim yirmi yıllık doktor vardı. Özel hastaneye geçmiş o zamanlar. Toy doktorlar, benim derdime derman olmuyorlardı. Hepsi sipariş usulü çalışıyor. Elime alışveriş listesi gibi tahlil ve film istek kâğıdı tutuşturup gönderiyorlardı. Benim doktor, işinde iyice tecrübe olmuş ki para da tatlı gelince özele geçmiş. Bende paraya kıyıp ona gidiyordum. Hiç tahlil, film istemeden reçeteye ilaçları yazıp gönderiyordu. Çok iyi geliyordu yazdığı ilaçlar. Bütün sülale ona gidiyorduk.
- Ben yine bir şey anlamadım, dedim sözünü keserek.
- Demek istediğim o ki ben bu işe otuz yılımı verdim. Arabanın motor sesinden ne var ne yok anlarım. O doktor da beni, hani kulağına bir şey takıyor elindeki metal, yuvarlak, buz gibi aletiyle vücudumu dinleyerek muayene ediyor ya. Siz ne diyorsunuz ona?
- Stetoskop
- Ne ise işte o. Benim dilim dönmez öyle şeylere.
Onunla benim motoru dinliyordu. Gözümün ağına bakıyor, tırnaklarımı elleriyle bastırıyor velhasıl ağrıyan yerlerimi eliyle muayene ediyordu. Neyim var neyim yok anlıyordu. Adam alnımdaki çizgilerden ve yüzümün renginden safra kesemde sorun olduğunu biliyordu. Ben film tahlil istemeyecek misin doktor bey demeden ilaçları reçeteye yazıp perhiz listesiyle elime tutuşturuyordu. İşin sırrı bu işte.
- İşin sırrı onca yıllık tecrübe mi?
- Evet, sen buraya gelinceye kadar elinde bilgisayarlı toy tamircilere denk gelmişsin.
Tamirci bana aklı sıra ders vermeye kalkıyordu. Ama ben bunun altında kalır mıyım hiç. Hemen hamlemi yaptım.
- Sizden kaç kişi kaldı ustam. Siz karşılaştığım ender tamircilerden birisiniz. Peki bu doktorlar niye sizden daha çok zengin.
Bu beklemediği soru karşısında biraz düşündü, kaşlarını yay gibi çatıp bir çalışan motora baktı bir de bana baktı.
- Doktorlar, çalışan motoru tamir edebiliyorlar ama ben çalışan motoru tamir edemiyorum. Ben kontağı kapattıktan sonra tamir edebiliyorum. Belki ondandır.
Aklımı başından alan bu cevap karşısında hemen karşı atağa geçmeyi düşündüm.
-Ağabey biz de adli tıp uzmanları da var. Çalışmayan motorları parçalıyorlar dedim, gülümseyerek.
Bizim ustanın yüzü gözü düştü. Biraz da sinirli bir tavırla;
-Çocuk! Benim vaktimi boşa harcama şu alnımda yürüyen terin parasını ver de başka bir maruziyetin yoksa git. İşim gücüm var benim dedi, samimi bir dille.
Motor kaputunu da kapattıktan sonra arabaya binerken, bütün çekingen halimle "Usta şu doktorun adını adresini bari söyle. Merak ettim" dedim.
Usta hemen benim yan taraftaki arabanın kaputunu açarken ben de şok etkisi yaratacak cevabını hazırlıyordu.
Usta bana dönüp biraz tebessüm ederek " Ne o muayene mi olacaksın " dedi, alaycı bir tavırla.
- Yok, eş dost çok soruyor da ondan. Ben bu işin içinde olmama rağmen sizin bahsettiğiniz doktordan azaldı piyasada.
- Hemen vereyim evlat adresini. Sizin ona ihtiyacınız yok artık ama onun size ihtiyacı olabilir. Sorana asri mezarlıkta yatıyor belki Fatiha okursunuz dersin.
Tüylerimi diken diken eden bu cevap karşısında bütün akıl oyunlarından mağlup olup teşekkür ederek ayrıldım oradan.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

BABALAR AĞLAMASIN Ben babamın ağladığını hiç görmedim, tâ ki o kor gibi düşen hadiseye kadar