KÂĞIDIN SESÏ Anneyle baba çok mutluydular. Babanın içi içine sığmıyordu. Nihayet bekledikleri bebek dünyaya geldi. Aldı oğluşunu eline, okudu ezanı kulağına. Senin ismin Abdullah olsun dedi.

 KÂĞIDIN SESÏ


Anneyle baba çok mutluydular. Babanın içi içine sığmıyordu. Nihayet bekledikleri bebek dünyaya geldi. Aldı oğluşunu eline, okudu ezanı kulağına. Senin ismin Abdullah olsun dedi. Allah'ın kulu ol dedi.

Aylar geçti. Bir yılı çabucak devirdiler. Küçük Abdullah yürümeye başladı. Ağzından ilk çıkacak kelimeye odaklanıyorlardı. Acaba önce anne mi diyecekti yoksa baba mı diyecekti?

Aradan yıllar geçti. Ama Abdullah bir türlü konuşmuyordu. İşitebiliyordu ama konuşamıyordu. Doktorlara götürdüler, gitmedik hastane bırakmadılar. Ama çare yoktu. Allah vergisiydi. Allah'tan gelene ne diyebilirlerdi ki.

Altı yaşına bastı Abdullah. Her konuşacak olduğunda ağzından anlamsız kelimeler çıkıyor sesler birbirine dolanıyordu. Babası, Allah hiç bir canlıyı sebebsiz yaratmamıştır diye düşündü. Abdullah, içine sığmayan cümleleri tane tane anlatması gerekiyordu. Arzularını anlatması ve söylemesi lazımdı. Dilsiz de olsa bir yeteneği muhakkak olmalıydı.

Babası kollarını sıvadı ve ona bir kalem bir kâğıt gösterdi. Günlerce Abdullah'a yazı yazmasını öğretti. Zorlandılar ama asla vazgeçmediler.

Abdullah yazı yazmasını öğrendi. İlk yazdığı kelime "Anne" idi. Annesine göstedi kâğıdı. Kâğıt Abdullah'ın sesi oldu. Sanki anne anneciğim diye yankılanıyordu odanın içi. Annesinin gözlerinden akan mutluğu, kelimeler tarif edemiyordu. Hep o günü beklemişti. Kucakladı minik Abdullah'ını, koca koca buseler kondurdu yanaklarına.

Abdullah yazı yazmayı çok sevdi. Babası ona bilgisayar aldı. Saatlerce yazdı. Bilekleri ağrıdı yazmaktan. Ayaklarına kramp girerdi saatlerce oturmaktan. Annesi bazen bileklerine ağrı merhemi sürerdi.

İçindeki cevheri keşfetmenin sevincini yaşıyordu. Okur yazarlığa verdi kendini. Hatta ilk kitabını bile çıkardı.

Elinden kalemle defterini hiç düşürmedi. Adeta bedenin bir organıydı onlar. Nereye gitse beraberinde götürürdü kalemini. Yazdı da yazdı. Kalem, dili oldu. Kâğıt da sesi oldu. Kalemi, kâğıdın üstünde öyle bir dans ettiriyordu ki annesiyle babası hayranlıkla izlerdi. Bizim dilsiz Abdullah, yazar Abdullah oldu. Yayınevi siparişlere yetişemiyordu. Kitapları onlarca baskılardan geçti.

Artık genç bir delikanlıydı Abdullah. İşaret dilini öğrenmesine rağmen o yazarak ifade edebiliyordu kendini. Annesiyle babasıyla mutlu mesut yaşıyorlardı. Ta ki o talihsiz kazaya kadar.

Abdullah' nın inşaat işcisi babası, ayağı kayınca metrelerce yüksekten yere düştü. Yere düşünce kafasını sert bir cisme çarptı. Bayıldı oracıkta. Arkadaşları tarafından hastaneye kaldırıldı.

Abdullah ve annesi haberi alınca hastaneye koştular. Abdullah hastaneye vardığında sedyede yatan babasını gördü. Annesi gibi feryat figan edemedi. Dilinden dökülmedi nameler. Sadece sessiz çığlıklar ve nemli göz bebekleri...

Doktora babanın durumunu sordular.
Doktor, "Çok şükür iyileşecek. Yalnız beyni travmadan dolayı hasar görmüş. İlaç verdik. Dinlenmesi lazım. Uyanınca sürprizlere hazır olun " dedi büyük bir ciddiyetle.

Annesi elinin tersiyle gözyaşlarını sildi. Zoraki de olsa boğazında düğümlenen cümleler çözüldü." Ne gibi sürprizler doktor bey" dedi ağlamaklı bir şekilde.

Doktor, Abdullah'ın yüzüne baktı. Meraklı bakışları doktora ok gibi saplandı. Doktor kendini toparlayınca " Hafızasını kaybedebilir. Sizi tanımayabilir. Her duruma hazır olun" dedi.

Annesi " Nefes alsın. Sağlığı yerinde olsun da biz ona kendimizi tanıtırız " dedi.

Saatlerce babanın uyanmasını beklediler başucunda. Abdullah " Baba! Uyan artık " diye bağıramıyordu. İçindeki sesler, içinde yankılandı sadece.

Annesi dualar ederken babası gözlerini açtı. Ama tavana kilitlendi gözleri. Annesi, hemşirelere ve doktora haber verdi eşim uyandı diye.

Doktor gelip muayene etti. Işıkla gözlerine baktı. Babayla konuşmaya çalıştı.
" Oğlunun adı ne?" dedi, hafızasını kontrol etmek için. Babası "Oğlum nerede, Abdullah'ım nerede. Neden göremiyorum" dedi.

Doktor" Çok şükür hafızası yerinde " dedi. Annesiyle Abdullah sevindiler. Ama bir gariplik vardı. Babasının sesi, Abdullahla annesinin gülen yüzünü birden hüzne bıraktı.

Baba " Ben nerdeyim. Bana ne oldu. Niye her yer karanlık " dedi gür bir ses tonuyla.
Doktor işaret parmağıyla babanın gözlerinin biraz uzağında havada yuvarlak çizdi. Ama babanın göz bebekleri takip etmiyordu parmağın ucunu.

Doktor" Bunu düşünemedim " dedi üzülerek. Biraz ne söyleceğini düşündü
"Kafası yere çarpınca beynindeki görme merkezi hasar görmüş olmalı" dedi.

"Beni karanlıkta koymayın. Ben bu halimle ne yaparım. Aileme nasıl bakarım doktor bey" diye ağladı sızlandı baba.

Doktor ve hemşire çaresizlikle odayı terkettikten sonra Abdullah, annesi ve babası yalnız kaldılar. Annesi ağlıyordu. Baba sızlanmaya devam ediyordu. Abdullah elinden düşürmediği kalemle kâğıdına bir şeyler karalıyordu. Yazmayı bitirdikten sonra ağlamaklı olan annesine uzattı kâğıdı. Annesi okuduktan sonra gözyaşları birden kurudu. Babasına da okumaya başladı.

" Babacığım üzülme ben dilsizim biliyorsun. Kalem dilim, kâğıdım sesim oldu senin sayende. Bundan sonra ben senin gören gözün olurum. Sende benim dilim olursun. Annem de bize yardım eder. Üçümüz bir oluruz. Birbirimizi tamam ederiz. Yeter ki sen üzülme"

"Ah oğlum ah... Artık annenle senin kokunla avunacağım. Bugünden sonra sizi bir dakika bile görebilmemin hasretiyle yaşayacağım" dedi, için için ağlayarak.

Birbirlerine sımsıkı sarıldılar. Kenetlendiler, bütün oldular. Çok şükür nefes alıyorlardı. Hayat devam etti. Onlardan mutlusu yoktu. Mutlu olmasını bildiler.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

BABALAR AĞLAMASIN Ben babamın ağladığını hiç görmedim, tâ ki o kor gibi düşen hadiseye kadar